Ana Sayfa Gündem Prof. Dr. Türkçapar: Bağırsaklar ikinci beynimiz mi?

Prof. Dr. Türkçapar: Bağırsaklar ikinci beynimiz mi?

2
0
haberler , son dakika haberler , son dakika haber , haber , en son haber

Son yıllarda, doğal yaşam konusunun popüler hale gelmesiyle birlikte insan bağırsağında bulunan trilyonlarca mikroorganizma (mikrobiyota) ile beyin arasındaki karmaşık etkileşim, yani bağırsak-beyin ekseni de ilgi çekmeye başladı. Özellikle depresyon, anksiyete ve otizm spektrum bozukluğu gibi durumlarla bağırsak mikrobiyotasının potansiyel ilişkisi üzerine yapılan bazı çalışmalar, bu alana olan merakı artırmıştır. Bu çalışmalar sayıca çok az olsa da fonksiyonel tıpla ilgili hekimler tarafından gündeme getirilerek gerek medyada gerekse halk arasında epeyce ilgi uyandırıyor.

Bu çalışmalarda bağırsak mikrobiyotasının psikolojik durum üzerindeki potansiyel etkilerinin, mikrobiyota tarafından üretilen kısa zincirli yağ asitleri (KZYAs) gibi metabolitlerin vagus siniri aracılığıyla beyne sinyal göndermesi, triptofan metabolizması üzerinden serotonin gibi nörotransmitterlerin sentezini etkilemesi ve bağışıklık sistemi üzerindeki modülatör rolü sayesinde inflamasyonu düzenlemesi ile gerçekleştiği biçimde çeşitli kuramlar öne sürülmüştür. Yine, “psikobiyotik” olarak adlandırılan bazı probiyotik türlerinin verilmesiyle hayvanlarda stres yanıtının azaldığı ve sosyal davranışların düzeldiği gözlemlenmiştir.İnsanın psikolojik tepkileri ve rahatsızlıklarıyla ilgili merkezi organ beyindir. İnsan beyninin karmaşık yapısı ve psikolojik işlevlerdeki merkezi rolü, yıllardır süregelen çok sayıda sinirbilimsel araştırmayla açıkça ortaya konmuştur. Tabii ki bağırsaklar da dahil olmak üzere bedenimizdeki pek çok organın veya sistemin (böbrek üstü bezleri, tiroid, periferik sinirler vb.) beyin üzerine olan ikincil etkileri söz konusudur; ama bunlara merkezi yönetici bir rol vermek çok zorlama bir çabadır.Diğer yandan psikobiyotiklerle ilgili hayvan çalışmalarından elde edilen sonuçların insanlara doğrudan genellenmesi çok zordur. Hayvan çalışmalarında kullanılan deneysel koşullar genellikle insanlardaki karmaşık yaşam tarzı ve çevresel etkenleri tam olarak yansıtmamaktadır. Hayvan fizyolojisi ve mikrobiyota bileşimi, insanlardan farklılık göstermektedir. Beyin; karmaşık nöral ağları, nörokimyasal süreçleri ve genetik yatkınlıkla şekillenen yapısıyla psikolojik deneyimin temelini oluşturur. Bağırsak mikrobiyotasının etkileri bu temel yapı üzerine düzenleyici bir rol oynayabilir, ancak psikolojik süreçlerin orkestrasyonu öncelikle beyinde gerçekleşir.İnsanlar üzerinde yapılan çalışmalar da bağırsak mikrobiyotası ile psikolojik durum arasında korelasyonlar olduğunu göstermektedir. Örneğin, depresyon tanısı almış bireylerin mikrobiyota kompozisyonunda sağlıklı bireylere göre bazı farklılıklar bulunmuştur. Ancak, korelasyon nedensellik anlamına gelmemektedir. Bu farklılıkların depresyonun bir sonucu mu, yoksa nedeni mi olduğu sorusu henüz tam olarak yanıtlanmamıştır.
Bugüne dek de klinik düzeyde depresyonu olan hastalarda psikobiyotiklerle yapılan kontrollü çalışmalarda klinik olarak anlamlı düzeyde tedavi edici bir etki bulunamamıştır. Bağısak mikrobiyotasının psikolojik sağlık üzerindeki rolünü anlamak için daha fazla ve yüksek kaliteli insan çalışmasına gereksinim vardır.
Bu çalışmaların; iyi tanımlanmış hasta gruplarını içermesi, standardize edilmiş müdahale protokolleri kullanması, uzun vadeli etkileri değerlendirmesi ve potansiyel mekanizmaları aydınlatmaya yönelik biyolojik belirteçlerin incelemesi gerekmektedir. Ayrıca, mikrobiyota-bağırsak-beyin ekseninin bireyler arasındaki farklılıklarını anlamak için genetik, diyet ve yaşam tarzı gibi etkenlerin etkileşimini de dikkate alan bütüncül yaklaşımlara gereksinim duyulmaktadır.Depresyon gibi karmaşık psikolojik durumların tek bir nedene bağlanması olası değildir; genetik yatkınlık, çevresel etkenler, yaşam olayları ve beyin kimyası gibi birçok etkenin etkileşimi söz konusudur. Sonuç olarak, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler psikolojik durumla ilişkili bulunsa bile, bu durum beynin psikolojik işlevlerdeki merkezi rolünü ve karmaşık etiyolojinin çok boyutluluğunu değiştirmez. Özellikle majör depresif bozukluğun nedenine yönelik yapılan kapsamlı genetik ve nörogörüntüleme çalışmaları; beyindeki yapısal ve işlevsel anormalliklerin, nörotransmitter dengesizliklerinin ve genetik yatkınlığın rolünü defalarca kez göstermiştir (örneğin birçok çalışmanın analizi ve büyük ölçekli gen ilişkilendirme çalışmaları). Özellikle depresyon gibi ciddi bir psikiyatrik durumun, altta yatan karmaşık nörobiyolojik, genetik ve çevresel etkenlerin etkileşimi sonucu ortaya çıktığı bilimsel olarak kabul edilmektedir.
Bu nedenle, depresyonun sadece beslenme alışkanlıklarını düzenleyerek veya turşu, yoğurt gibi fermente gıdalar tüketerek tedavi edilebileceği yönündeki iddialar, mevcut bilimsel kanıtlarla çelişmektedir ve hastaların uygun ve etkili tedavilere erişimini engelleyebilecek yanıltıcı bilgilerdir.Bugün için hiçbir bilimsel tedavi kılavuzunda depresyon tedavisi için beslenme düzenlemeleri veya fermente gıda tüketimi etkili bir tedavi olarak yer almamaktadır. Depresyon gibi ciddi psikolojik rahatsızlıkların tedavisi; genellikle psikoterapi, farmakolojik müdahaleler ve yaşam tarzı değişikliklerini içeren multidisipliner bir yaklaşımı gerektirir. Bağırsaklar ve beyin arasındaki bu etkileşim, karmaşık bir sistemin parçası olarak değerlendirilmeli ve psikolojik sorunların çözümünde bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz